Molla Nasreddin: Tiflis’ten Tebriz’e Bir Aydınlanma Hikayesi

3 Mayıs 2023 0 Yorum

Rıza Talebi

Meşrutiyet devrimini Saber başlattı, Habibullah Hazan şiire yazdı ve Mirza Celil resimledi. Cümlemin başlangıcını Mohammad Hossein Shahryar’dan ödünç aldım. İran’da Meşrutiyet Devrimi dönemine baktığımızda sanat ve kültürün milli bir hareket ve heyecan içinde ne kadar etkili olabileceğini görüyoruz.

Akıllara gelen soru, duyguyu bu şekilde karıştıran devrim ile kültür, sanat ile ayaklanma, imge ile sokak arasındaki ilişki nedir?

Bu sorunun cevabı zor; belki de farklı cevapları var. Fakat eminim ki bu sorunun cevaplarından biri de “Molla Nasreddin” adlı bir kavramdır. Şöhreti onu memleketinin ötesinde bir şahsiyet haline getirmiş, Azerbaycan’ın Hoy şehrinden doğan bir mistik ve filozof.

Eşeğin üzerinde baş aşağı oturan ve Aristoteles’ten ilham alan öğrencilere ders veren şahsiyet. Felsefesi karikatürize edilmiş olsa bile dini fanatik toplumda acı bir hiciv için ilham kaynağıydı. Molla Nasreddin yıllarca halkın dilindeydi ama bir gün Tiflis’ten Bakü’ye, Bakü’den Tebriz’e Mirza Celil’in kağıdına binerek bir devrimi körüklemek için halkın yanında savaşacağını hiç düşünmemişti.

Yeni yaratıcısı Mirza Celil gibi Molla Nazereddin de bir eleştirmendi; gidip rehberlik eden eşek üzerinde siyah bir hicivciydi. Mirza da aynıydı, kalemi moderndi, gönlü Molla Nasreddin’di. 1904 yılından önce yazdığı Posta Kutusu, Danabaş Köyün Hikayesi ve Üstad Zeynel gibi ilk öykülerinde, Kafkas Müslümanları’nın geçim ve yaşam tarzlarını anlatan ilginç sahneleri tasvir etti. Bu eserler acı gerçeklerle ve alayla doludur. Sadece Kafkasları değil , Tebriz’i de etkilemiştir.

Molla Nasreddin ve Mirza Celil hemşehrilerdi (Hoylu). Hoylular Meşrutiyet Devrimi sürecinde çok önemli roller üstlenmişlerdi. Ancak Molla Nasreddin bir başkaydı. Mirza Celil, Tebriz’de kaldığı süre içinde oyunlar sahneledi ve Molla Nasreddin’in Tebriz Mücahidleri’nin zihniyetiyle birleşmesinden dolayı tekrar Bakü’ye döndü. Gericiliğe, cehalete ve zulme karşı mücadele etmek için kendi düşünce hattını kullandı. Mirza Celil’e tehdit mektupları yazdılar. O ise acılarını eşine yazdı ve direndi.

Alman ve Tebrizli ressamların, Mirza Ali Ekber Saber gibi şairlerin eserlerinin yayınlanması, İran’ın sosyal atmosferini başkalarıyla kıyaslanamayacak kadar etkiledi. Azerilerin Tebriz’de Tebriz Derneği, Saadat Derneği, Hemat Partisi ile tüm İran toplumuna hitap eden bir hareketin önünde olduğu bir dönemdi. Ali Ekber Saber ve Molla Nasreddin ekolünü taklit etmede herkes birbiriyle yarışıyordu. Hem de  acı bir mizah ve protesto şehri olan Tebriz’de. Bu ikisini Tebriz’in merkeziliği ile birleştirmek, anayasal devrimin kapsamını İran’ın her yerine yayan belki de en önemli konuydu. Saber’in de dediği gibi, ‘’Hak mededkar oldu Azerbaycan Etrakına’.’

Molla Nasreddin’in okulu İran Şahı, Osmanlı Padişahı, Buhara Emiri, soylular ve diğer yağmacılarla savaşmış ve sömürü dünyasını acımasız gelenek ve yasalarıyla hatırlamıştır. Dini önyargılarla ve hurafelerle de mücadele etti.

Mirza Celil bazen güldü, bazen üzüldü ve sıkıldı. Derin düşüncelere daldı, bazen de şaşırdı. Ancak parlak bir gelecek ve çabalarının sonuçlarına ulaşmak için cesaretini ve umudunu hiçbir zaman kaybetmedi. Molla Nasreddin’in birçok sayısında toplumun olumlu yönleri, özgür ve rahat bir yaşam, yeşil çimenler ve hurmalarla süslenmiş bir dünya, devasa dağlar tasvir edilmiştir.

Molla Nasereddin, ilerici ideolojilerin bir karışımıydı. Derginin kendisi kapitalizmi değil, aşırılıklarını eleştirdi. Çarlık bürokrasisini ve dini kurumları, halkın zor ve yoksul yaşamı nedeniyle tenkit etti. Köylülerden fazladan vergi aldıkları ve hayır kurumlarına bağışta bulunmadıkları için toprak sahipleriyle alay etti.

Dergi, ünlü bir Abdal figürünün adını alarak sosyo-politik eleştirisini keskinleştirdi. Aynı zamanda, kendisini küfür ve dinsizlik suçlamalarına maruz bırakmamaya da dikkat ediyordu, çünkü Abdal’ın karakteri ağzından ne gelirse söyleyen bir adam olarak popülerdi. Dergi her zaman sansür ve müsadere tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Kaçar hükümdarları, şah ve şahçılarla alay ettiği için sinirlendiler. Derginin ülkeye girişi yasaklandı ve postahanelerdeki nüshalarına el konulmasına emrettiler. Kafkasya’da, İran’da ve hatta Necef’teki din adamları, bu yayının kendilerine yönelik eleştirilerine sinirlendiler ve kınadılar. Çarlık makamları da derginin İran’daki devrimci ideallere verdiği destekten memnun değildi. Derginin Rus hükümeti tarafından sansürlenmesinin ve kapatılmasının önüne geçmek, ayrıca İran tarafından gelen tutuklanma tehditlerini ortadan kaldırmak için  dergideki her bir cümle yumuşatıldı.

Molla Nasreddin’in kadın haklarına yaklaşımı çağdaş ve devrimciydi; çünkü diğerlerinden farklı olarak kendini kadınların iyi bir eş ve anne olmak ve ülkeyi ilerletmek için çalışması gerektiği tartışmasıyla sınırlamadı. Bunun yerine dergi, kadınların zor yaşamlarının birçok yönünü ele aldı. Kız çocuklarına karşı derinden şefkatli bir bakış açısı vardı. Onların ve kadınların yaşamları boyunca maruz kaldıkları pek çok suistimalden bahsetti. Bu nedenle evlilik ve boşanma kanunlarında yasal değişiklik yapılmasını talep etti.

Molla Nasreddin dergisinin birçok makalesinde modern eğitim, sağlık ve hijyen ihtiyacı, ifade ve yayın özgürlüğü, evlilik ve boşanma yasalarının gözden geçirilmesi, demokratik bir anayasanın hazırlanması ve anayasanın oluşturulması gibi liberal siyasi haklar desteklenmiştir. İran ve Türkiye’de seçilmiş bir parlamentoyu gündeme getirmişir. Bazı makalelerde, çocuk işçiliğinin sınırlandırılması, işçilere ve köylülere daha iyi koşullar ve kadınlara daha fazla hak verilmesi gibi sosyal demokrat ilkelerin uygulanmasından bahsedildiğini görmekteyiz. Ayrıca derginin bazı köşe yazıları, Kafkas Azerbaycan halkının anadilinde eğitim hakkı gibi milliyetçi duygulara değinirken, diğerleri Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Müslüman halkların içinde bulunduğu kötü durumdan bahsediyordu. Hatta dergi Mısır’ın artan Avrupalı emperyalist güçlerin etkisini kınamıştı. Ancak bu fikirlerin neredeyse tamamı o zaman devrimci olarak kabul edildi.

Molla Nasreddin, çocuklarıyla Rusça konuşan ebeveynleri eleştirdi. Dergi, kadınlara yönelik bir köşe yazısında, Kafkas Türklerinin üst ve kısmen orta sınıflarına karşı tavır sergiledi. Oğullarını Rusça devlet okullarına göndermeyi bekleyen bu aileler, çocuklarını küçük yaşlardan itibaren Rusça öğrenmeleri için Rusça konuşulan evlere gönderdi. Tiflisli Serdar Makuyi, ara sıra hediyelere ek olarak, oda ve yemek için ayda 600 manat ödeyerek oğlunu böyle bir aileye bırakmıştı.

Dergi ayrıca Meşrutiyet Devrimi (1906-1911) olaylarına büyük ilgi gösterdi. Meşrutiyet Devrimi’nin ilk aşamasında (1908-1906), dergi Takizade ve Deh’huda gibi önde gelen Meşrutiyetçilerin  sadık bir destekçisiydi. İç savaş sırasında (1908-1909), Mücahidleri ve onların Şahçı güçlere karşı direnişini savundu. Meşrutiyet Devrimi’nin ikinci aşamasında (1911-1909) dergi, ılımlı partinin güçlü bir eleştirmeniydi; ancak aynı zamanda Rasulzade ve Irai No gazetesi gibi sosyal demokratların dini örgütlerle uzlaşmasını da eleştirmişti.

Her şeye rağmen, deneme yazarlarının yayın taahhüt koşullar çok zordu. Çoğu evliydi ve geniş ailelere sahiplerdi. Radikal bir gazetede çalışarak aile geçimini sağlamak mümkün değildi. Yayınlarının doğası onları her türlü kamusal alaya ve yıldırmaya ve ekonomik zorluklara maruz bıraktı. Birinci Dünya Savaşı, 1917 Rus Devrimi ve Rus İç Savaşı sırasında büyük zorluklar yaşadılar fakat bu sıkıntılara katlandılar.

Çarlık ve Sovyet rejimleri sırasında hemen herkes hükümetin ve sansürün gözetimi altındaydı; Bazıları hapse atıldı, bazıları ise yargılanmaktan kurtuldu. Modern tıbbın olmadığı bir dünyada kolera, çiçek hastalığı ve tüberküloz gibi salgın hastalıklara maruz kaldılar. Bazıları depresyon, zatürre veya basit yorgunluk nedeniyle çocuklarının ve akrabalarının trajik ölümüyle karşı karşıya kaldı. Mirza Celil, Sovyet baskısından önce hayatını kaybetti. Bunun dışında onun yaşıtlarından birkaçı Sovyet dönemini de gördü ve hayatta kalabilmek için Sovyet rejimiyle uzlaşma yoluna gittiler. Diğerleri de kalp krizi ve depresyondan hayatını kaybetti.

Bugün İran’daki şartlar, 20. yüzyılın başlarında Meşrutiyet dönemiyle neredeyse aynıdır. Azerbaycan Türklerinin bu durumdaki tarihi görevi, sahip oldukları özgürlükçü tavırla sahnede kendini göstermektir. Protesto sanatı ve mizah alanında uzun bir dönemin ardından tekrar bir Molla Nasreddin’e ihtiyaç duyuluyor!